MASUMİYETİN İSPATI

CREATOR: gd-jpeg v1.0 (using IJG JPEG v62), quality = 100

Her mesleğin kendine göre zorlukları vardır. Ancak bazı meslekler vardır ki bunların zorluğu herkesçe bilinir. İşte hâkim ve savcı meslekleri de bunlardandır. Yargıç olabilmek için üstün bir akademik başarı sergilemek gerekir. Gerçi artık bu da yetmiyor!

Yargıçlar birçok bilgiye sahip olmalarına rağmen onlar, kanuna susma orucu adamışlardır. Yargıçlar kararlarıyla konuşurlar. Bu kararlarında duygusallığa yer yoktur. Yargıçlar can güvenliklerini tehlike atarak millet ve memleketin selameti için adaletle karar verirler. Bu nedenle yargıçların normal bir aile yaşantıları nerdeyse yoktur. Eşi ve çocukları ile çarşı ve pazarda kol kola gezdiklerini neredeyse hiç göremezsiniz. Sosyal yaşamları bitme noktasına gelmiştir. Özgürce dolaşmaları ise neredeyse imkânsızdır. Siyasi düşünce ve fikirlerini açıklamaları ise ağırlaştırılmış olarak yasaklanmıştır. İşleri gereği karşılaştıkları olumsuzluklar onların insanlara olan güvenlerini bitirme noktasına getirmiştir. Ancak bunun yanında ciddi bir mesleki prestijleri vardır: Cumhuriyet savcısı olmak veya Türk Milleti adına karar veren hâkim olmak. Bağımsız ve özgür olmak… Çok müthiş bir ağırlık. Bir o kadarda fors ve karizma. Ancak bu ağırlık daha çok özgül bir ağırlık olup nevi şahıslarına münhasırdır.

Dedik ya yargıçlık zor bir meslektir. Bir dava da somut sonuçlardan yola çıkıp doğru karar vermeye çalışmak çok zor bir iştir. Gecikmeden doğru karar vermek ise daha zor. Malum geciken adalet, adalet değildir. Kesinlikle hâkim olmak istemezdim. Ancak bunca karmaşık olayın içinden suçluyu bulup cezalandırılmasını sağlamak ise eminim çok büyük bir vicdani rahatlık sağlıyordur. Bu rahatlığı bütün topluma hissettirmek ise fevkalade bir mutluluk olsa gerek. Hâkimin karar vermesi her zaman kolay olmaz. Delil yetersizliği, şahidin olmaması, kamera görüntüsü veya parmak izine rastlamama, zaman aşımı gibi bir dizi çıkmaza bir de iş yükü eklenince evin yolunu bulamaz olur, hâkimler. Ancak her dava bir karar gerektirir. İyi veya kötü, doğru veya yanlış bir karar vermek gerekir. Her karar sıcağı sıcağına tartışılır sonra da unutulur.

Doğru karara diyecek bir şey yok. Veya diyelim: “Adalet yerini buldu.” Peki yanlış veya hatalı bir karara ne demeli? Masum bir insanın ceza alması, etiketlenmesi, toplum tarafından dışlanması, yeniden suç işleyeceği endişesiyle iş, aş ve eş verilmemesi, yıllarca özgürlüğünün kısıtlanması, ailesinin mağdur edilmesi, işinden edilmesi, maddi sıkıntılar, namus ve şerefinin ayaklar altına alınması, buna bağlı olarak depresyon ve intihar riski… Telafisi mümkün olmayan hasarlar. Bu duruma ne demeli? Bu durum bir pardonla veya tazminatla geçiştirilebilinir mi? Hayır,hayır! Bu telafisi mümkün olmayan bir hatadır. Binlerce doğru karar vermeniz bir anlam ifade etmez. Bu işinizdir ve yapmışsınızdır. Ancak hatalı bir karar bütün mesleki hayatınıza mal olabilir. Böylede olmuştur. Davalarıyla anılan birçok hâkim ve savcı vardır.

Masumiyet karinesi gereği suç, kesinleşmediği sürece kimse suçlanamaz. Masuniyet ilkesi gereğince de bütün insanların dokunulmazlıkları vardır. Masumiyetin ispati ise her zaman arkadan yırtılan bir gömlekteki gibi net ve açık değildir. Gerçi gömleğin arkadan yırtılması masumiyetin delili olmasına rağmen Hz. Yusuf (a.s.) ceza almıştır. Dönemin egemen gücü/veziri suçsuz olduğunu bile bile Hz. Yusuf’u (a.s.) 12 yıl zindanda tutmuştur. Onu zindanda tutan vezirin koltuk sevdası mı, gururu mu, baş edilemez tutkusu mu, elaleme rezil olma endişesi mi, eşini temize çıkarma mı, iktidarsızlığını bastırma mı, Hz. Yusuf’a (a.s.) gözdağı verip eşinden uzak tutma mı..? Nedir? Gerekçe ne olursa olsun insan yapısı hiç değişmedi. Aynı kurgu ve entrika isim değiştirerek hala devam ediyor.

Peki böyle bir durumda ne yapmalı? Yüzde yüz suçsuz olduğunuz belli. Bunu belki ispatlayamadınız. Gerçi sizin değil iddia mercinin sizin suçlu olduğunuzu somut delillerle ispatlaması gerekir. Kritik soruyu bir daha soralım. Hiç suçunuz yokken haksız yere gözaltına alındınız. Veya bir süre tutuklu kaldınız. Daha da kötüsü uzun süre mahpus yattınız. Böyle bir durumda ne yapılmalı? Adli sisteme veya devlete düşman kesilip kendi mahkemenizi ve dolayısıyla kendi cezalandırma sisteminizi mi devreye sokacaksınız? Kesinlikle hayır! Haksızlığı, hukuksuzluğu yapan hâkim veya savcı olsa bile hukukun üstünlüğüne inanmalı, hukuk mücadelesinden vazgeçilmemelidir. Bireysel ve keyfi intikamların peşine düşülmemelidir. Hukukun üstünlüğünden vazgeçmek gibi bir lüksümüz olamaz, olmamalıdır. Peki sineye mi çekeceğiz? Bireysel hatalarımıza veya günahlarımıza bir kefaret olduğunu mu düşüneceğiz? Bu da bir seçenek tabi. Teslim ol, rahat et. Hz. Mevlana şöyle buyurmamış mıydı: “Sopayla kilime vuranın gayesi, kilimi dövmek değil, tozu almaktır. Allah sana sıkıntı vermekle tozunu, kirini alır. Niye kederlenirsin?” beterin beteri var haline şükret sofizmi zalimin en sevdiği akım olsa gerek. Ancak teslim olduğumuz her haksızlık beraberinde yeni mağduriyetler ve mağdurlar getireceğini unutmamalıyız. Zalimin zulmü artacak. Hani Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştu: “Zulme rıza, zulümdür.” Zulmün neresindeyiz? Adalet herkese lazımdır. Tabiri caiz ise adalet su gibidir. Su kirlenen ekonomiyi, eğitimi, siyaseti velhasıl her şeyi temizler. Peki, su kirlenince suyu ne temizler? Suyu temiz tutmak gerekir. Suyun kaynağını vatandaşlık görevi olarak temiz tutmamız gerekir. Suyun kaynağını bir fikre veya ideolojiye kaptırmak gibi bir lüksümüz olamaz. Bunun acısını yakın zamanda çok kötü yaşadık. Hukuk devletine sahip çıkmak vatandaşlık görevidir. Bu görev devredilmeye ve ötelenmeye gelmez. Ötelediğimiz her an haksızlığın, hukuksuzluğun ve dolayısıyla zulmün çığ gibi büyümesine neden oluruz. Vesselam…