İnsan, âlemlerin en üstün varlığı, şeref ve nam sahibi, kendisine mana vermeye çalışan tek mahlûk, ne ise o olmayı reddeden tek canlı, düşünme, seçme, âşık olma vb istidatlarını kendisinde barındıran yegâne varlıktır.
İnsan kendisindeki bu mükemmelliyetin farkına vardığı, kıymetini bilerek yaşadığı takdirde diğer bütün canlı ve cansızlara karşı üstünlüğünü sürdürmeye devam edecektir. Yok eğer bu mükemmelliyetinin farkına varmadığı ya da farkına vardığı halde bunun bilinci ve şuuru ile yaşamadığı takdirde aşağıların en aşağısına doğru sürüklenmeyi durduramayacaktır.
İnsan aynı zamanda bir enerji kaynağıdır. Bu enerjisini şöyle ya da böyle, iyi ya da kötü, hayır veya şer kendisine, ailesine ve topluma karşı harcar/sarf eder.
İnancımız bize insanın yaratılmışların en üstünü olduğunu söyler. İnsanın yaratılmışların en üstünü olması onun sorumluluk almasından kaynaklanır. Bu sorumluluk inançtan kaynaklanan mabuda olabileceği gibi saygıdan kaynaklanan ailesine veya korkudan kaynaklanan devlet yaptırımına karşı da olabilir. Bireyin bütün yaşantısı, duygusu, düşüncesi ve davranışları hep bu sorumluluk duyduğu kontrol mekanizmalarının egemenliğini hissettirdiği alanlarda gerçekleşir.
Bireyin sorumluluk duyduğu kontrol mekanizmaları aynı zamanda onu hayatta, mücadele etmeye en genel anlamıyla dünyaya bağlayan değerlerdir. Bireyin bu değerleri, güven mekanizmaları sarsılırsa ya da ortadan kalkarsa onu hayata bağlayan etmenlerde ortadan kalkmış olur. Değerlerini yitirmenin halet-i ruhiyesi içinde yaşayan insan bir “boşluk dönemi” geçirir. Bu dönemde birey bunalım geçirir, hayata küser ve terki diyar etmek ister. Bu dönem iki şekilde noktalanır.
Birincisi; hayra ikamet eder. Birey boşluk döneminden kurtulur. Dünyayı yeniden selamlar. Hayatını daha iyi yöne kanalize etmek için aşk, sevgi, inanç ve güven merkezleri oluşturur. Bir kâbustan uyanırcasına kendisini korkutan, sınırlayan ve körelten bütün prangalarından kurtulmanın mutluluğunu yaşayarak daha emin, daha sağlam adımlarla kendisine belirlediği amaca yönelerek hayatını yeniden şekillendirmeye başlar.
İkincisi ise; birincisinin zıddı olup hüsran ile sonuçlanır. Birey, kendisini kuşatan boşluk döneminden kurtulamayıp onun esiri olur. Hayatı zindana döner. Acı ve karanlık günler yaşar. Birey bu dönemden kurtulmanın çözümünü ilaç kutusunda, şişede zaman zaman da ipin ucunda arar. Ya da mecnun gibi çöllere, şehirlerin arka sokaklarına ve belki daha tenha yerlerde meçhule dalıp bir Ebuzer olur.
Evet bu boşluk dönemini yaşayan artık belli yöre ve bölgedeki şahıs veya şahıslar değil. Yüksek katlardan atlayan inançsız Avrupa gençleri de değil. Bizler de ya boşluktayız ya da bu boşluğa süratli bir şekilde yuvarlatılmaktayız. Belki de bütün bu yaşadıklarımız dünyamızın da bir boşlukta durmasından kaynaklanıyor ne dersiniz?