Aşk ve Suç

aşk  ve suçAşk ve suç. İlk etapta birbirinden çok uzak gibi gözüken iki kavramdır. Ancak bu kavramları biraz irdelediğimizde aralarında güçlü bir bağ olduğu görülecektir. Satır aralarında, gazetelerin üçüncü sayfalarında ve dile getirilemeyen/açığa vurulamayan kapalı kapıların ardındaki aşkta suç, suçta da aşk olduğunu görmemiz çok zor olmayacaktır. Aşk ve suç arasındaki gizli flörtü ifşa etmek adına aşk ve suç kavramları üzerinde biraz durmamız, konunun ana mantığını anlamamız açısından faydalı olacaktır.
Aşk nedir? Sorusuna tarihte ve günümüzde binlerce yanıt verilmiştir. Şüphesiz gelecekte de bu yanıtlara yenileri eklenecektir. Yapılan tanımlamalardan biri veya bir kaçı ile yetinmek başta aşıklara olmak üzere bu konuda araştırma yapan gönüldaşlara büyük haksızlık olacaktır. Bunun farkında olarak aşka dair yapılan tanımlardan bir kısmını şu şekilde sıralayabiliriz:
Aşk, bağlanmaktır.
Aşk, iradesizliktir.
Aşk, kaybolmaktır.
Aşk, tutkudur.
Aşk, isyandır.
Aşk, sadakattır.
Aşk, ibadettir.
Aşk, sonsuzluktur…

Yukarıdaki tanımların her birinde gizlenen bireysel yaşantılar ve bunlara dayanan öznel anlamlandırmalar vardır. Ancak tanımların genelliğinden dolayı, bunları okuyanlar, bu tanımları yapanların bireyselliğini düşünmezler bile. Oysa bu tanımları yapanın, adına “aşk” dediği ilişki de bulur.
Aşkı tanımladıktan sonra bu tanıma çok uzak gibi gözüken suç kavramını biraz irdeleyelim. Suç kavramına ilişkin farklı tanımlamalar yapılsa da aşk tanımlamasında olduğu kadar büyük farklar yoktur. Belki bunun temel nedeni aşkın daha çok bireysel karakter taşıması, suçun ise sosyal yönünün ağır basmasıdır. Günümüzde sosyo-kültürel bilimler, suç teşkil eden insan davranışını, toplumda yürürlükte olan sosyal normlardan bir nevî sapış, sapıcı eylem olarak tanımlamaktadırlar. Suçlu; içinde yaşadığı toplumun normları ile kişisel kuvvetleri arasında bir denge kuramamış kişidir.
Suç, bizce bir insani eylem olarak sübjektif karakterlidir ve insanın, tâbir yerinde ise içi ile bağımlıdır. Suç, belirli şartlar içerisinde failinin sübjektif ve kollektif kişiliğini yansıtmaktadır. Suç böylece aynı zamanda irade, duygu ve ihtirasların, eğilimlerin bir tezahürüdür. Suç aynı zamanda insanın iradî bir eylemidir; ancak bu iradî faaliyetin kendisine özgü niteliği, özelliği vardır. Gassin, bu niteliği, özelliği şu suretle belirtmektedir: “Suç cezalandırmadan önce bir beşerî ve sosyal gerçek olarak sosyal grubun en önemli değerine yönelmiş bir saldırıdır. Sözgelimi Jhering’e göre suç “toplum halinde yaşama şartlarına yönelmiş her türlü saldırılardır”. Bu her iki tanımlamadan sonra varılan ortak nokta şudur ki: Aşık da suçlu da içinde yaşadığı toplumun normları ile kişisel kuvvetleri arasında bir denge kurmakta zorlanır.
Açıkgöz, aşk ile suç arasındaki ince perdeyi şu şekilde tanımlamaktadır: “…aşk, saf ve temiz değildir. Hiçbir şey olmazsa bile, en azından karşı taraftan karşılık bekler. Karşılık bulmadığı zaman da sevgisi, çok çabuk nefrete dönüşebilir. Nefrete dönüşen bir sevgi de en tehlikeli araçlardan biri hâline gelir ve hayatı ortadan kaldırmak gibi çok yıkıcı sonuçlara yol açar. Madde dünyasının hâkim olduğu günümüz dünyasında, aşkın sebep olduğu intiharlar ve cinayetler hemen hemen her gün televizyon ekranlarına yansımaktadır.”
Aşk gibi ulu bir kavramın veya onun taraftarları olan aşıkların toplumumuzda olduğu gibi Amerika’da da aşk savaşları vermenin nedenini Miller şu şekilde açıklamaktadır: boşanma kararından hemen önce “son bir umut”la kendisine terapiye gelen çiftlerin genellikle “para, cinsel uyumsuzluk, ev işlerinin dengeli paylaşılmaması” gibi ikincil nedenleri öne sürdüklerini, ancak aslında bunların altında bir başka neden yattığını söylüyor:”İktidar çatışması…”
Miller’a göre günümüz beraberliklerini “iki kişilik bir iç savaş”a dönüştüren en önemli etken bu… Amerikalı psikolog, sadece aile içi kavgaların değil, sevgi dolu aşk sözcüklerinin altında da bu güç mücadelesinin yattığına, “artık sevginin iktidar savaşından ayrılamaz hale geldiğine” inanıyor.
Aşk, uzun yıllar baskı altında tutuldu. Bugün ise “aşkta özgürleşme” çağı yaşanıyor. Ancak Miller, bu özgürlük görüntüsünün altında çiftlerin “maske” takıp birbirlerine rol yapmaya başladıkları ve manipülasyona dayalı yeni bir baskı dönemi yarattıkları kanısında… O anlamda, çiftler arası her iletişimin “denetimi kim ele geçirecek” sorusunda düğümlendiğine inanıyor.
Miller’a göre kadınlar daha çok yakınlık, erkekler daha çok özgürlük istiyor. Biri terk edilmekten, diğeri esir edilmekten korkuyor. O yüzden de, birbirlerinden en çok istedikleri şey, yani sevgi, onları en çok kaygılandıran şeye dönüşüyor. Ne birbirlerine yakınlaşabiliyor, ne uzaklaşabiliyorlar. Bir soğuk savaşı yaşayıp gidiyorlar. Bıçak kemiğe dayanınca da terapiye geliyorlar.
Ülkemizde ve dünyanın farklı yerlerinde sayısız örnekleri olmasına rağmen aşk ve suç kavramlarını yan yana düşünmek ürpertici gelmesine karşın bu anlamsız gerçeği inkar etmek kendini kandırmaktan başka bir anlam ifade etmeyecektir. Dileriz aşkın gücünün suçlunun önüne geçerek ona galip gelmesidir. Ancak bu şekilde Türkiye’de sayısı yüz altmış bini geçen mahkum sayısını düşürebiliriz.

  1. Ord.Prof.Dr. Sulhi Dönmezer. “Kriminoloji”8.baskı, Beta, İstanbul, 1994, s.45
  2. Reşat AÇIKGÖZ “Sevgi ve Aşk: Hayat ile Ölüm Arasındaki İnce Perde”
  3. Dündar, Can. “Aşkta Terörizm”, http://www.candundar.com.tr/index.php?Did=2085, Yayın Tarihi: 14/06/2000
  4. Michael Vincent Miller “İkili İlişkilerde Terörizm” (Varlık Y. İst. 1997)