Allah’tan Allah Var

sultanahmetdsc_0155Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, doğru bildiğimiz her şey, her an bir değişim içinde. Belki de bundandır “değişmeyen tek şeyin değişim olduğu.”
Zamanla inandığımız, güvendiğimiz, bağlandığımız, uğruna mücadele ettiğimiz herkesin, her şeyin değiştiğini gördük. Onları tanıdıkça nefretimizden çok hayal kırıklığımız arttı. Şaşkınlığımızdan çok acımız ve acımamız tuttu. Onların değişik yüzlerini tanıdıkça yalnızlığımız arttı. Koca koca kalabalıklar içinde bir başımıza kaldık. Yalnızlığımız zamanla bizi yalınlaştırdı. Yalınlaşınca engelsiz düşünmeye başladık. Engelsiz düşününce; çevreyi değil, merkezi fark ettik. Dış görüşü değil, insanı fark ettik. Sembolleri değil, düşünceleri fark ettik. İzmleri değil, manaları fark ettik. Bilim adamlarını değil, ilmi fark ettik. Hocaları değil, Allah’ı fark ettik. 
Allah’ı fark edince başa döndük. Her şeyi yeniden okumaya, yorumlamaya, anlamlandırmaya başladık. Zaten ilk emir de bu değil miydi “İkra’bismi rabbikellezi halak-Yaratan Rabbinin adıyla oku”.
Anladım ki Allah’a inanmanın ilk şartı O’nu fark etmekmiş. Allah’ı fark etmedikçe, iman edilmiyormuş. Allah’ı fark edince, tereddüt kalmıyormuş. Tereddüt kalmayınca şüphe ve endişelere yer kalmıyormuş. Şüphe ve endişeler gidince yerine huzur ve güven geliyormuş. Allah’ı fark edince sondan başa dönülüyormuş. Sonu düşünmek endişe vermiyormuş. Son diye bir şey yokmuş meğer. Son ancak düşüncelerde olurmuş. Düşünceler son bulur. Ancak düşünce nimetini bahşeden Allah hiçbir zaman son bulmaz.
Sonlu olan bu dünyada neler değişmedi ki;
Önce adalet değişti. Adalet terazisi yanlış tartmaya başladı. Kefeleri dengede tutan mihenk taşı kaydı. Themis’in zaten gözü kapalıydı. Şimdi gönlü de, vicdanı da kapandı. Gözü, gönlü ve vicdanı kapalı olan Themis/Themisler neye sarılmadı ki? Siyaset, din, eğitim, rant…
Durum böyle olunca o gün içeride olanlar ertesi gün dışarıda, dışarıda olanlar ertesi gün içeride. Kim neye göre içeride, kim neye göre dışarıda kestirmek çok zordu. Ne içeride olanları kınadık. Ne de dışarıda olanları kutlaya bildik. Allah’tan Allah vardı. Ve bir gün elbet gerçekler apaçık gözler önüne serilecekti. Allah’tan Allah vardı. Sadece bunu bile bilmek rahatlatıyordu.
Sonra bizce üç günlük onlarca bilmem kaç günlük siyaset değişti. Siyasiler değişti. Marx, yanılmıştı. Ekonomi her şeyi belirlemiyordu. Siyaset, alt yapıyı da, üst yapıyı da şekillendiriyordu. Artık siyaset fikirlere, düşüncelere, inançlara, değerlere göre değil, konjonktüre göre yapılıyordu. Siyasette sihirli kelime “konjonktür”dü. “Dün dündür, bugün bugündür.” Konjonktür, genelde ortak çıkar olsa da zamanla değişkenlik gösterdi. Bazen vatan, millet, Sakarya oldu. Bazen de din elden gidiyor. Ancak sonuç aynıydı. Ve koltuk yapışkandı. Koltuk çekiciydi. Öyle ki koltukçular, 23 nisan da kısacık açıklamalarını yapacak olan, minnacık ama saf duygulu, çocukların açıklamalarını koltuktan çok fazla uzaklaşmadan başlarında izlediler. Sonuçta koltuktu bu. Ve uzun süre devretmeye gelmezdi. Ey siyaset! Ey siyasi! Oysa böyle mi yemin içmiştik? Gerçi sizin ruhsatlarınız var. Zorlandığınız da yemine izin veren fetvalarınız. Allah’tan Allah vardı. Ve O en güzel vekildi.
Eğitim değişti sonra. Topal oldu. Geleceği belirleyen ufuk karardı. Anlamsızlaştı her şey birden. Hızla bir şeyler değişiyordu. Değişeni anlamadan yeni değişim geliyordu. Üstadın deyimi ile eski hâl çoktan muhal olmuştu. Ya yeni hâl olacaktı. Ya da izmihlal. Çünkü değişimin arkasında yatan güç bilgi değil, hesaplaşmaydı. Kimi zaman devrimci zihniyetle, kimi zaman evrimci zihniyetle hesaplaşma. Kendisinin ne olduğunu tanımlayamadan. Evet. Eğitim şarttı. Ancak neye göre, kime göre, nasıl? Soruları cevapsızdı. Ancak biz şunu çok iyi biliyorduk Allah en güzel terbiye ediciydi. Ve Allah’tan Allah vardı.
Sonra da ekonomi değişti. Ekonomik çıkarlar uğruna ne ilke kaldı ne sırat. Bugün boykot edip yakıp yıktığımız malları, ertesi gün tonlarca para verip almaya başladık. Ne değişti. Bilmem ki! Ne değişti? Aslında değişen tek bir şey vardı. O da siyasetti. Siyasi ayakta durabilmek için bir doğuda, bir batıda, bir kuzeyde, bir güneyde suni çözümler bulmaya çalışıyordu. Ama nafile. Üretmeden güç olmaz. Kalkınma hiç olmaz. Formül belli. Doping alan oyun dışı kalır. Her maçımızda doping alıyorduk. Ve her seferinde oyun dışı kalıyorduk. Yöntem değişmediği için sonuçta değişmiyordu. Değişmeyen ve şüpheye mahal bırakmayan tek bir şey vardı: Allah vardı. Allah’tan Allah vardı.
Bir de din adamlarımız değişti. Aynı kitaptan bu kadar yorum nasıl çıkardı. Nasıl çıkarıldı. Kim çıkardı… Bir harfin ağızdan çıkış şeklini yıllarca tartışan din âlimleri gözlerinin önündeki apaçık delilleri nasıl göremiyordu. Göremiyorlardı. Nasıl göreceklerdi ki neredeyse hepsinin şirketleri, holdingleri, onlarca kurumları vardı. Ve tabii ki bunların hesap ve kitap meseleleri. Ve bir de kâr hedefleri. Kapitalist sistemde dindar olup bu hedefleri tutturmak şüphesiz kolay iş değildi. İyi de size ne kapitalist sistemden. Hani sizin sistem farklıydı.
Bir de din için kıyım yaptığını söyleyenler vardı. Din için kıyamdakileri vurarak. Vuran da vurulan da Allah diyordu. Bu nasıl bir zilletti ki yıllarca sürebiliyordu. Allah’tan Allah vardı. Ve dinini korumaya söz vermişti.
Daha neler neler yaşamadık ki…
Yaşanan bunca şeyin bir rüya olmasını o kadar çok istiyoruz ki. Rüya olsun Ya Rabbim. Rüya olsun… Böyle bir rüya gördüğümüz için kendimizi suçlayalım. Çünkü o kadar çok inanmaya, güvenmeye ve bağlanmaya ihtiyacımız var ki!
Dönüp dolaşıp şükrediyoruz. Allah’tan Allah vardı. Ya O olmasaydı?